21 Mayıs 2010 Cuma

HALK (!)

Bir ülke içerisinde yaşayan, değişik soylardan olan insan topluluklarının her biridir “HALK”… Halk büyük bir güçtür. Hatta zorba devlete kafa tutabilecek yegâne güç. Hayranım Halk’a… Fakat Halk’ın ayaklanma yaratanına hayranım. Edilgen olanına, korkutulmuşuna değil anarşist yanı baskın olanınadır hayranlığım. Bu yazımda kelimeleri özenle seçip, süsleyerek uzun uzun cümleler kurmayacağım. Süslü bir yazı olmayacak bu. Zaten kaç zamandır süslü yazılar yazdığımda söylenemez. Komşu ülkemiz Yunanistan’dan iki örnek sunacağım sadece. Bir çok örnek sunabilirim bir çok ülkeden. Ama hayır, özellikle Yunanistan…

Örnek 1- “6 Aralık Cumartesi gecesi Yunan polisi 15 yaşında bir liseli genci, Alexandros Grigoropoulos’u katletti. Bir grup silahsız liseli gencin polis karşıtı sloganlarına polisin verdiği yanıt gençlerin üzerine silah sıkmak oldu. Cinayetin gerçekleştiği yer, Atina merkezinde muhalif gelenekleri ile tanınan Exarchia Mahallesi idi. Cinayet sırasında binlerce genç çevrede yoğun olarak bulunan kafeteryalarda oturuyordu. Derhal sokaklara dökülen gençler sabaha kadar polisle çatıştı”. Devamı burada

Örnek 2- “Yunanistan’da hükümetin aldığı kemer sıkma önlemleri protestolara neden oldu. Yunanistan Komünist Partisi (KKE), Atina’da on binlerce kişinin katıldığı bir protesto gösterisi düzenledi. İşçilerin, memurların ve emeklilerin ön safları tuttuğu eyleme diğer sol görüşlü partiler ve işçi sendikaları da destek verdi”. Devamı burada

Olaylar verdiğim örneklerle ortada. Bir de kendi ülkemizi gözden geçirelim isterseniz. Ya da, ya da uzak geçmişe gitmeden son yaşanan olayı göz önüne alalım. Zonguldak’ta 32 kişinin “daha” ölümüne neden olan grizu patlamasını.

İçinde ölüm tehlikesini barındıran bir çok iş alanı var hem dünyada hem de ülkemizde. Fakat kaç tane ülkenin bakanı/bakamayanları kalkıpta bu tür olayların büyük bir “Talihsizlik” olduğunu söyler bilemiyorum..

Şayet bir embesilseniz, bu ve benzeri gelmiş geçmiş tüm grizu patlamalarının nedenini “Takdiri ilahi, Büyük Şanssızlık, Kısmetsizlik veya Kader” olarak görebilirsiniz… Ya da tam tersini… Bilemiyorum… Aklınızdan geçeni ya da kimin ne düşündüğünü bilemiyorum. Bildiğim tek şey, içinde yer aldığımız “Halk” kelimesinin hakkını veremediğimizdir… Yakında kafamıza kafamıza vurup balyozla düşünmemize de engel olacaklar ve yine ses çıkaramayacağız…

Halk

Madende ve cephede ölürler
Yaşarken değil ama ölünce kahraman olur her biri
Dinler onları kutsar, krallarda öyle
Oysa bilmez hiçbiri balık yumurtasının tadını
Lanetlidir düşleri.…………. demiş arkadaşımız T.Kurt… Ne de güzel demiş. Yüreğine sağlık…

read more...

16 Mayıs 2010 Pazar

Algıda Seçicilik

Algıda seçicilik insanların toplumda diğerlerinden ayrılmasını sağlar. Toplumda genellikle sanatçılar için kullanılan ‘’Farklı bakış açısı’’ deyiminin diğer bir açıklaması da denebilir.

Algının kapılarını zorlamak kimin görevi?


Sanatçının? Aydının? Okurun? Körlerin? Tavşanların? Godzilla’nın? Makinelerin? Mickey Mouse’un? Zorlamakla yetkilendirilmiş -ne demekse- olanların?


Kimin?


Herkesin diyemeyiz. Herkes aynı olsaydı dünya yaşanmaz bir hale gelirdi. İnsan olmaktan çıkıp bir makinenin ürettiği makineler haline gelmiş olurduk.


Algıyı kim zorlar?


Zorlaması gereken insanlar daha önceden seçilmez. Zeka kavramını en erken fark eden birey bunu çalıştırmaya başlayıp neden üzerine tasarladığı cümlelerini sonuç olarak ortaya düzgün bir şekilde atmayı başarmışsa bir süre sonra o cümleyi ünlü sözler başlığı altında bir yerlerde okursunuz.


Bilim ve sanat neden üzerine kafa yorarken sonucu hırpalamaya çalışanlar ne neden ne de sonuç üzerine zekâ motorunu çalıştırmaz. Bakmak ile görmek, duymak ile dinlemek arasındaki farkı bu yazıyı okurken düşünürseniz hırpalamaya çalışmaktan çıkar, bireyselliğin size vermiş olduğu gerekli zekâ antrenmanını da yapmış olursunuz. İnsanın hayatı boyunca sarf ettiği cümle ve beyninin ortaya koyduğu ide yumaklarının yüzde seksen yedisi boştur. Ya da jet hızıyla sol kulaktan sağ kulağa doğru hareket ederken, neden ve sonuç ilişkisini belirleyecek olan beynin orta kısmındaki çengellere takılmadan uzay zamana savrulur. Uzay zamandaki tüm boş düşünce yumaklarını bir araya getirdiğinizde ise ortaya anlamlı bir dizin değil kaos çıkar. Kaosun düzen yaratıp yaratamayacağı ise bilinemez. Uzayın sürekli genişlemesi belki de bu yüzdendir. Ses ve görüntülerin uzay zamana savrulmasından doğan kütle, sürekli genişleyen bir boşluğa ihtiyaç hisseder.


Algılanan kavramın zekâda somut hale getirilmesinde geçmişe yönelik kaydedilen düşün dizisi içindeki benzerliği dejavu’yu ortaya çıkarır. An içinde ortaya çıkan kavramın kayıtlı olan diğer kavramların daha önce yarattığı sonuçla benzeşmesi, en son ortaya çıkan kavramın da geçmişle örtüşmesine yol açar. Dejavu, tıpkı aynı derede iki kez yıkanılamayacağı*** gibi aynı kavramın farklı uzay zamanda yer almasına yol açamaz.


Algının seçiciliğinin bilinen hayatta kullanılmasının bireye kattığı artıları düşünebilmek, uzay zamana yollayabileceğiniz ve çengele takılıp biçimlendirilen nadir dizinlerden biridir.



***Herakles

A. Ozan

read more...

9 Mayıs 2010 Pazar

Sakarinli Sakız Sendromu

Bakkallardaki, marketlerdeki kocaman reyonları düşünün. Bisküviler, içkiler, deterjanlar ve daha bir sürü ürün. Ama benim için en enteresan reyonlardan biri sakız reyonları. Birkaç yıldır belki de daha az zamandır sakız sektörü koptu gitti. İsmini söylemek istemediğim, birçoğunun çoktan ezberlediği markaları var elbet. Şunu da itiraf etmek gerekir ki onların arasında hakkaten tutkuyla bağlı olduğum sakızlar var. Geçenlerde keşfettiğim ekşi- tatlı elma aromalı şekersiz sakız mesela. Öyle güzel ki!
Çantamdan ayıramadığım şeylerden biri sakız kutuları. Yemeğin üstüne, yemekten önce, akşam yatmadan hemen hemen her vakit ağzımda sakız.. Tabi sakız derken ‘Falım’ sakızlarından bahsetmiyorum. Çünkü onlar oldukça ‘demode’ ve ‘tatsız’ kaldılar(!) Dönüşüme uğramaları şart gibi görünüyor.
Yemek yemenin sadece karın doyurmaya değil başka amaçlara hizmet ettiği(özellikle de aşırı tüketim anlayışından nasibini almış ve kendini dönemine ait hissedip rahatlama ihtiyacına) uzun soluklu süreçte sakızlar da oldukça hayatımızda. Binbir çeşit yiyecek firmasından milyon tane ürün çıkıyor. Reklamları profesyonelce yapılan bu markalar er ya da geç ilgi çekiyor; kısa sürede müşterisini yaratıyor. Bu yerlere giden insanlar da merakla yeni çıkan yiyecekleri tadıyorlar. Beni en şaşırtan fast foodlardan biri Zümküfül’dü mesela. Yanlış hatırlamıyorsam içinde sosis, amerikan salata ve tabiî ki her sandviçin olmazsa olmazı ketçap ve mayonez var. Tabi bir süre sonra yeni çıkan ve ‘lezzetli’ yiyeceklerden kaçınmaya başlıyoruz. Çünkü kalori bombası olan bu yiyecekler kısa zamanda kilo aldırıyor. Kilo sorununa çözüm olan (!)’ kampanyalı spor salonları’ da var. Gündüz istediğini yiyip akşam spora giden ve kendini rahatlatanların sayısı az değil. Aşırı yağlı yemek yiyip kilo alan ve ardından spora başlayan ama çarpık bir yaşamın kısır döngüsü içinde kalan şehir insanlarında hal böyleyken bu döngüden bunalıp hayatına her pazartesi yeni bir sayfa açanlar ise hafta başında marketlere yumulup ne kadar diyet ürün varsa onları alıyor. Ve tabi şekersiz sakızları da!
Bir gün bir markete girip birkaç parça şey aldıktan sonra kasa kuyruğuna katılmıştım. Yan kasadaki müşterilerden biri kilolu bir kadındı. Aşırı kilolu değildi ama riskliydi. Elinde diyet peynir, kepek ekmeği, diyet yoğurt, biraz da elma vardı. Ve tabiî ki birkaç paket sakız… Rejime başlamış gibiydi. Muhtemelen ‘şekersiz’ yaşamı kabul etmeyen bünyesi er ya da geç şeker isteyecek ve aldığı ‘şekersiz(sakarinli)’ sakızları onu idare edecekti(!)
Diyet peynir, diyet bisküvi, diyet yoğurt, kepek ekmeğini… alanlar yağlı yeme alışkanlığını pazartesi günlerinde bırakıyor(!), sağlıklı yaşama ‘merhaba’(!) diyor. Sporlu ve az yemekli yaşam tarzına ayak uydurmaya başladıklarını zannedenler bedenlerini ve zihinlerini avutmaktan başka bir şey yapmıyor aslında. Bu vakitlerde yanlarında taşıdıkları ‘motivasyon’lardan biri de sakız oluyor sadece(!).
Tatlı vazifesi gören çilekli, vişneli ve çikolata aromalı sakızların tadı o kadar gerçek ki çilekli pasta ya da profiterol yermiş hissini veriyor. Vişneli bir sakız çıkarıp çiğnemeye başladığında sanki vişneli kek yiyormuş gibi… Şekeri hayatından çıkaramayanların başvurduğu sakızlar da böylece şekerli abur cubur yeme ihtiyacını yok ediyor(!)
Çantasından hışır hışır sakız paketi çıkarıp elindeki simidi sonraya saklayan ve kendini en azından bir süreliğine sakızla kandıran aşırı kilolu insanlar gördüm. Fakat vişneli, frambuazlı ya da elmalı sakızın şekeri gider gitmez ağzından çıkarıp, aldıkları simide yumulanların durumu acınası değil midir? bilemedim.
Sakız, çağın hastalığına yakalanmış obezite ve anorexia hastalarının kurtarıcısı(!) . Kilo alma, ardından kilo vermeye çalışma, tekrar kilo alma ve yeniden kilo verme döngüsünde olanların da; kilo almaktan çok korkup her zaman aç yaşayanların da çantalarında sakız. Zayıflama sektörünün sömürüsü olan kadınların listelerinde ‘light’ ürünler, şekersiz sakızlar ve az biraz da spor salonları var. Sakarinli sakızlar zayıflama zihniyetinin çarpıklığını ve bu sektörün sahteliğini gösteriyor sadece.
read more...

1 Mayıs 2010 Cumartesi

Kadının BİPPP Hali

Annem ‘babadan’ Fenerbahçelidir. Ne zaman futbol muhabbeti yapsa bilmem kaç yılından kalma bir iki futbolcunun adını söyler durur. Halbuki aradan geçen yıllarda annemin babadan kalma Fenerbahçe’sinde birçok futbolcu transferi yaşanmış; antrenörler değişmiştir. Etrafındaki insanlar bakar sonra; anlayamazlar onun saydığı isimleri.
‘Ben babadan A partiliyim’ cümlesini siyasi bir tartışma olduğunda kimi kadınlar donanımlı olduğunu göstermek için kullanır. Çünkü önemlidir; taa babasının gençliğinden bu yana bir A ya da D partisi geleneğinden gelmek. Babadan gelen bu enteresan ahlak anlayışına oldukça önem verildiği aşikar. Çocukluktan bu yana anne, baba ve diğer çevre tarafından yetiştirilen daha doğrusu güdümlenen kadının vizyonu özellikle de ‘babadan geçmesi kaçınılmaz yamuk yumuk fikirler’ le oluşuyor . Aslında bu hal baba figürünün doğrudan dogması değildir. Babayı çocukluğunda yanlış anlayan genç kızlar ‘kadınlık’larında da yanlış anlamaya devam ederler. Babalarının tuttuğu takımı; bağlı olduğu siyasi partiyi sahiplenmek gurur verir kimilerine.
Günlük hayatta sık karşılaşılan kadınların ataerkil futbol ve siyasi parti taraftarlığı namus kavramıyla da iç içe gibi. Çünkü kadın, evlenene kadar bekaretini babasından gelen anlayışla muhafaza eder. Bu hal öyle kutsaldır ki gelinlik giyince belde bir kırmızı kuşağının olması hem babasına hem erkek tarafına ve dolayısıyla kadının kendisine gurur verir.
Namus anlayışı kadının hayatında uzun bir sürece yayılır. Kadını günlük yaşamında çok düşündürmez. Çünkü taa çocuklukta başlar ‘namuslu olmak’. Onun üzerine deneyim yaşayamadığından ne uzar ne kısalır kadın. Fakat bu meselenin dahil olmadığı, deneyimlenebilen ve babayı hatırlatan başka şeyler vardır elbet. Böylece baba kutsallığı neredeyse her gün onaylanır durur gencin kafasında. Bu bir nevi ayindir aslında.
’Namus’u evlenene kadar üzerinde taşıyan kadınların bu durumu hayatlarının birçok alanına yayılmış durumda. Ataerkil bir hale nasıl geldik bilmiyorum. Aslında bildik şeyleri tekrarlamaktan sıkıldığımdan bilmek istemiyorum sıkıcı cevaplarını. Klasikleşmiş birkaç bilgimiz ataerkilliğin sebeplerini rakı masalarında konuşturur durur. Nedir mesela? ; ‘Efendim işte Müslümanlaştıktan sonra ataerkil olmuşuz. Halbuki Orta Asya kültüründe kadın en üst seviyedeydi. Ama ne olduysa İslamiyet’e ‘’alıştıktan’’ sonra kadın değişti. Anneden gelen alışkanlıkları doğru kabul etmek yerini babadan gelen pratiklerin meşruluğuna bıraktı’. .. Bu durumda, Osmanlı İmparatorluğu’nun Hürrem Sultan’ları da zaten ‘yabancı uyruklu’ olduğu için padişahları parmağında oynattı(!). Bakın bakalım Hürrem Sultan yerine bir müslüman kadını olsaydı 1. Süleyman’ı öylee kuklalaştırabilir miydi(!) ?
Kadının farkında bile olmadan kabul ettiği ve bunu taşımaktan memnun olduğu alanlar saymakla bitmez. Bunların en çok bilineni ‘namus’tur sadece. Kadının babadan ve dolayısıyla atalardan gelen dogmalarla konumlandırılması ve kendi kendini konumlandırması çekicidir kadın için. Bu çekicilik etraftan talep edilip beklentiler inşa ettiğinden kadının da istediği şey olmaktadır kısa zamanda .
Böylece kadın hep kendi imgesiyle dolanır durur etrafta. Gülerken hatta çok yakınının mezarı başında ağlerken dahi ister istemez kendini dışarıdan gözlemler. Gözlemler çünkü bu öğretilmiştir ona. Böylece kadın ikiye bölünür: gözleyen ve gözlenen olur. Kadının dışarıdan nasıl göründüğü onun yaşamına başarı denen şeyi getirir(!). Kendi varlığının kanıtı bir başkası tarafından beğenilmek ve kabul görmekten ibarettir hatta...
read more...